Travma Sonrası Stres Bozukluğu ve Akut Stres Bozukluğu

Travma Sonrası Stres Bozukluğu nedir?

Kişinin aşırı bir travmatik stresle karşılaşmasından, yaşamasından ya da duymasından sonra ortaya çıkan bir sendromdur. Kişi bu yaşantı karşısında korku ve çaresizlikle tepki verir, aynı olayı sürekli olarak yeniden yaşar ve travmayı hatırlamaktan kaçınmaya çalışır. Örneğin çok ağır bir trafik kazası geçirdikten sonra kişi olayı sanki o an yaşıyormuşcasına hisseder ancak hatırlamaktan kaçınır. Bu belirtiler en az bir ay devam ederse ve kişinin günlük yaşantısını olumsuz yönde etkileyen bir kaçınma hali almaya başlarsa travma sonrası stres bozukluğu teşhisi konulur.

Kadınlar erkeklere kıyasla daha fazla yakalanırlar ve özellikle de genç erişkenlerde daha yaygındır. Tarihsel olarak erkeklerdeki travma şekli en fazla savaşlarla ilgili kadınlarda ise tecavüzle ilgilidir. Bozukluk en çok bekar, boşanmış, kocası veya karısı ölmüş ve düşük sosyo-ekonomik düzeydeki kişilerde görülür.

Akut Stres Bozukluğu nedir?

Travma sonrası stres bozukluğundan en büyük farkı belirtilerin travmatik olaydan sonraki 4 hafta içinde ortaya çıkması ve bozukluğun en az 2 gün en fazla 4 hafta sürmesidir. Kisaca iki bozukluk arasındaki en önemli fark zamanlamadır.

TSSB ve ASB'nun nedenleri nelerdir?

Stres yaratan durum

Stres yaratan durum hem akut stres bozukluğunun hem de travma sonrası stres bozukluğunun nedenlerinden biridir. Ancak her stres yaratan durumu yaşayan kişi bu bozoukluklara sahip olmaz. Kişide önceden var olan biyolojik ve psikososyal etkenler ile travmadan önce ve sonra gelen olaylar da bu iki bozukluğun ortaya çıkmasında etkendir.

Biyolojik etkenler

Yapılan çalışmalar göstermektedir ki travma sonrası stres bozukluğu saptanan kişilerde beyindeki bazı nörotransmiterler ve salgılar farklı çalışmaktadır. Bunların başında hipotalamus-hipofiz-adrenalin arasındaki aktivite ve noradrenalin salgısındaki değişiklikler gelmektedir.


Psikodinamik etkenler

Psikoanalitik modele göre önceden çocuklukta yaşanmış ve çözülmemeiş bir olay daha ileri yaşlarda yaşanan travmatik bir olaya tepkiyi tetiklemektedir. Çocukluk çağındaki travmanın yeniden canlanması baskılama, inkar ve reaksiyon geliştirme gibi savunma mekanızmalarının kullanılmasıyla sonuçlanır.

Bilişsel-davranışsal etkenler:

Bilişsel model, bu bozukluktan etkilenen insanların bozukluğu ortaya çıkaran travmayı işleyelemediklerini ve rasyonalize edemediklerini ileri sürmektedir. Bu kişiler stresi yaşamaya devam ederler ve kaçınma tekniklerine başvurarakolayı tekrar yaşamaktan kaçınmaya çalışırlar.


Davranışsal modele göre travma klasik koşullanma vasıtasıyla koşullu bir uyaranla (örneğin olay anında ortamdaki koku, ses, renkler, vs.) eşleşmiştir.

TSSB'nin tanısı nasıl konur?

Kişi ağır bir travma yaşamış veya tanık olmuştur.
Kişi aşırı korku, çaresizlik ya da dehşet yaşamıştır
Travmaya eşlik etmiş olan uyaranlardan sürekli kaçınma ve genel tepki gösterme düzeyinde azalma
Artmış uyarılmışlık belirtilerinin sürekli olması
Travmatik olayın sürekli yaşanması
Olayı sık sık rüyada görme
Olayı çağrıştıran uyaranlarla karşılaşınca sıkıntı duyma
Travmayla ilgili konuşmaktan kaçınma
Travmayla ilgili yerlerden kişilerden kaçma
Travmanın önemli bir yönünü anımsayamama
İnsanlardan uzaklaşma
Bir geleceği kalmadığı duygusunu yaşama
Uyku zorluğu
Öfke patlamaları
Konsantrasyon eksikliği
Aşırı irkilme tepkisi
1 aydan fazla sürmesi
Sosyal hayatın etkilenmesi örneğin ise gidememe


ASB'nun tanısı nasıl konur?

Kişi ağır bir travma yaşamış veya tanık olmuştur.
Kişi aşırı korku, çaresizlik ya da dehşet yaşamıştır
Hissizlik, dalgınlık, duygusuzluk
Çevreyle ilgili farkındalıkta azalma
Gerçeklikten uzaklaşma
Travmayla ilgili önemli anların hatırlanamaması
Travmatik olayı yeniden yaşama (rüyalar, düşünceler, illüzyonlar, vs)
Travmaları hatırlatan uyaranlardan kaçma
Belirgin anksiyete
Sosyal hayatın etkilenmesi örneğin ise gidememe
Bozukluk en az 2 gün en fazla 4 hafta sürer ve olaydan sonraki 4 hafta içinde ortaya çıkar.

TAKINTI HASTALIĞININ TEDAVİSİ VAR MI?

Toplum içinde saplantı hastalığı yüz kişiden iki veya üçünde görülebilir. Başlangıç yaşı ortalama 20 yaş civarındadır. Hastaların yaklaşık üçte ikisi 25 yaşın altında hastalığa yakalanırken, yüzde on beş kadarı da 35 yaş sonrasında hastalığa yakalanmaktadır. Erkeklerde görülme yaşı kadınlara göre daha küçüktür. Erkeklerde 6- 15 yaş arası sıklıkla görülürken, kadınlarda 20-29 yaş arasında daha sık görülmektedir.

DOKTOR BANA YARDIM ETMEK İÇİN NELER YAPABİLİR?

İyi ve doğru bir ilaç tedavisiyle hastaların yaklaşık % 60'ı tedavi edilebilmektedir. Ancak tedavi sürecinde hastaların dikkat etmesi gereken husus tedavi etkinliğinin geç başlaması hususudur. Etkinin başlaması ve olgunlaşması için 2-3 aylık bir süre gerekmektedir. O yüzden bu sürenin göz önünde bulunulması ve sabırla tedaviye devam edilmesi çok önemlidir.

İlaç tedavisi tek başına yeterli olmazsa ilaveten elektroşok ve Transkraniyal Manyetik Uyarım (TMU) tedavisi de devreye sokulmalıdır. Son yıllarda Transkraniyal Manyetik Uyarım denen bir tedavi yöntemi saplantı hastalığının tedavisinde kullanılmaktadır. Türkiye'de ilk ve tek manyetik uyarım cihazını bünyesinde bulunduran Memory Center'da uygulanan hastalarda ümit edici sonuçlar alınmaktadır.

Son yıllarda yapılan uygulamalara göre ilaç-elektroşok-manyetik uyarım tedavisine bilişsel ve davranışçı tedavi yöntemleri ilave edildiğinde tedavi şansı % 70-80'e çıkmaktadır. Davranışçı tedavilerde de üzerine gitme, dikkati başka yöne çekme, stresle mücadeleyi öğrenme ve "bio-feedback" gibi yöntemler uygulanmaktadır.

Bilinmesi gereken en önemli konu bu durumun üzerine gidildiği takdirde tedavisinin mümkün olduğudur.
alinti

PSİKOLOJİK İLKYARDIM


Psikolojik ilkyardım kriz sürecinde atılması gereken ilk adımdır. Psikolojik ilkyardım, uzun süre içeren, konusunda uzman olan kişilerce sunulan ve amacın krizin psikolojik çözümünün sağlanması olan kriz terapisinden farklıdır. Psikolojik ilkyardım hemen sunulmalıdır ve krizde olan kişi ile ilk temasa geçen tarafından yapılmalıdır. Dolayısı ile değişik kaynaklar tarafından sağlanabilir. Zaman açısında kısa sürelidir (zaman sınırlıdır-dk./saat).

Psikolojik İlkyardımın Üç temel amacı vardır:
1. Destek
2. Hayati tehlikenin ortadan kaldırılması
3. Destek kaynakları ile ilişkinin kurulması

Bir anlamda amaç ilk adımın atılmasının sağlamaktır.

Psikolojik ilkyardımın 5 evresi vardır. Bu evreler ve her evrenin amacı, psikolojik ilkyardımı veren kişinin davranışları ile doğrular-yanlışlar şunlardır:

I. Evre: Psikolojik ilişki kurmak
Amaç:
Duyulduğunun, anlaşıldığının ve desteklendiğinin hissettirilmesi
Duygusal yoğunluğun azaltılması
Problem çözme becerilerinin yeniden canlandırılması

Yardım Edenin Davranışları:
Konuşmayı sağlamak-davet
Durum ve duyguların dinlenmesi
Durum ve duyguların anlaşıldığının iletilmesi
İlgilenildiğinin iletilmesi
Fiziksel temas
Uygun - sakin şekilde kontrolün sağlanması

Doğrular:
Dikkatle dinlemek
Anlaşıldığının-kabul edildiğinin belirtilmesi

Yanlışlar:
Başka hikayenin (kendi hikayemiz) anlatılması
Durum veya duygunun gözardı edilmesi
Yargılamak-taraf tutmak

II. Evre: Problemin boyutlarının araştırılması
Amaç:
Acil olan - olmayan gereksinimlerin saptanması

Yardım Edenin Davranışları:
Yakın geçmiş -> Tetikleyici olay, Kriz öncesi temel işleyiş
Bugün -> Temel işleyiş, Bireysel kaynaklar, Sosyal kaynaklar, Hayati tehlike
Yakın gelecek -> Verilmesi gereken kararlar (bugün, bu gece )

Doğrular:
Açık uçlu soru sormak/somuta indirgeme
Hayati tehlikenin değerlendirilmesi

Yanlışlar:
Kapalı uçlu sorulara güvenmek
Soyutta kalmayı kabul etmek
Tehlike işaretlerini gömemezlikten gelmek

III. Evre: Olası çözümlerin araştırılması
Amaç:
Acil olan - olmayan gereksinimlere yönelik çözümlerin belirlenmesi

Yardım Edenin Davranışları:
Bu ana kadar yapılanlarının sorulması
Yapılabileceklerin araştırılması
Alternatiflerin sunulması
Yeni davranış / yeni tanım / dış yardım / çevre değişikliği

Doğrular:
Farklı görüşlerin toplanmasını desteklemek
Öncelikleri belirlemek
Engellerle doğrudan mücadele etmek

Yanlışlar:
Sınırlı görüş ile yetinmek
Engellerin araştırılmaması
Karışık gereksinimlere tolerans göstermek

IV. Evre: Somut adımların atılmasına yardımcı olmak
Amaç:
Acil gereksinimlere acil çözümler uygulamak

Yardım Edenin Davranışları:
Hayati tehlikenin önlenmesi

Birey kendi davranışlarını yönlendirebilecek güçte ise:
Destekleyici yaklaşım (davranışa yönelik anlaşma iki tarat arasında dinlemekten-yönlendirmeye kadar uzanabilir)

Birey kendi davranışlarını yönlendirebilecek güçte değilse:
Yönlendirici yaklaşım (davranışa yönelik anlaşma aile ve diğer destek kaynaklarını içerebilir/ kaynakları harekete geçirmekten-kontrole kadar uzanabilir)

Doğrular:
Adım adım ilerlemek
Kısa dönemli amaçlar oluşturmak
Gerektiğinde yönlendirici olmak

Yanlışlar:
Her şeyi birden çözme girişimi
Bağlayıcı uzun vadeli amaçlar saptamak
Gerektiğinde sorumluluktan kaçınmak
Çekingen olmak

V. Evre: İzleme
Amaç:
Psikolojik ilkyardımın 3 amacına ulaşıldığından emin olmak
Acil olmayan hedeflere yönelmek (acil hedeflere ulaşıldı ve kaynaklarla ilişkiler kuruldu ise burada durulur, eğer durum tersi ise problemin çalışıldığı ikinci evreye dönülür)

Yardım Edenin Davranışları:
Tanımlayıcı bilgilerin net olması
Olası izleme yollarının aranması
Tekrar görüşmenin planlanması

Doğrular:
İzleme için anlaşmanın yapılması
Yapılanların değerlendirmesini yapmak

Yanlışlar:
Detayları havada bırakmak bunları kişinin kendisinin yapacağını varsaymak
Değerlendirmeyi başkasına bırakmak
Krize müdahalenin ilk basamağı olan "Psikolojik İlkyardım" psikolojik ilişki kurmak, problemin boyutlarının araştırılması, olası çözümlerin araştırılması, somut adımların atılmasına yardımcı olmak ve izleme olmak üzere değişik evreleri içerir.

Kalıplaşmış Düşünceler Ruh Sağlığını Olumsuz Etki.

Mükemmeliyetçi birisi misiniz? Sürekli kendinizin Haklı olduğuna mı inanıyorsunuz? Her iş için çevrenizden Onay arayışı içinde misiniz? Aşırı fedakârlıK beklentisi içinde misiniz? İşte yanıtlar...

İnsan ilişkileri ile ilgili bazı kalıplaşmış düşünceler ve davranışlar hem tahsil, aile ve iş hayatında başarısızlığa hem de ruh ve beden sağlık problemlerine yol açar.

Aslında kalıplaşmış düşünceler, duygu, düşünce ve davranışların düzenlenmesi açısından gereklidir. Mizaçtan da etkilenmekle beraber asıl olarak çocuk yaşta anne-baba ve çevreyle etkileşimler sonucu ortaya çıkar ve zaman içinde değişime uğrar. Kişi bu düşünceler sebebiyle kendisine benzer kişilerle beraber olmak ister. Ortak manevi değerler, kültürel özellikler sosyal hayatta kişinin daha az sorun yaşamasını sağlar. Bununla beraber kişinin hem çevresiyle iletişimini olumsuz şekilde etkileyen hem de mutsuz olmasına yol açan başlıca kalıplaşmış düşünce ve davranışlar şunlardır:

Mükemmeliyetçi birisi misiniz?

Kişi yaptığının en iyisini yapmalı düşüncesi, aşırı rekabet duygusu, aşırı çalışma ve yüklenme gibi olumsuz sonuçlara yol açar. Bu durum kişinin, kendi düşünce kalıplarına uymayan kişilerle sorunlar yaşamasına sebep olur.

Sürekli kendinizin Haklı olduğuna mı inanıyorsunuz?

Bazı insanlar sürekli kendilerinin haklı olduğu gibi bir düşünce içindedir. Her insan doğruyu ve güzeli arama çabasında olduğu sürece haklı olduğunu düşünebilir. İnsanın temel doğruları olması kaçınılmazdır. Bununla beraber kişi hata yapabileceğini kabul ettiği sürece gelişebilir. Ayrıca aynı meseleye farklı açıdan bakmak gerektiğini bilen insanlar sürekli haklı olduklarını düşünmez ve ima etmezler. Kişinin sürekli kendisini haklı görüp bunu ifade etmesi, çevresiyle sorunlar yaşamasına bunun sonucunda ruhsal dengesinin bozulmasına da sebep olur.

Her iş için çevrenizden Onay arayışı içinde misiniz?

İnsanın iletişim içinde olduğu veya kendisi için önemli kişilerden onay almaya ihtiyacı vardır. Kişi büyük ölçüde karşısındakilerden aldığı tepkilerle kendisini denetler. Söylediğinin, yaptığının iyi anlaşılıp anlaşılmaması çok önemlidir. Bununla beraber insanlar arasında düşünce, görüş ve anlayışların farklılığı kaçınılmaz olup kişi her yaptığı iş için onay arayışı içinde olursa kararsızlık içinde bocalar bu, kişiyi şüpheciliğe ve kaygıya götürür.

HER AN KÖTÜ BİR ŞEYİN OLACAĞINI MI DÜŞÜNÜYORSUNUZ ?

Kimi insanda her şeyin en kötüsünün başına geleceği düşünce ve korkusu hakimdir. Her an kötü bir şeyle karşılaşacağı düşüncesi kişinin sürekli korku içinde olmasına neden olur. Bu sebeple bazı kişiler riskli işlere girmekten kaçınır. Hiç risk almamak hem iş hayatında başarısızlığa hem de özel hayatta monotonluğa sebep olur. Bazılarında ise kaygı fazlalığı, çarpıntı, uyuşma, terleme gibi bedensel yakınmalara, depresyon ve anksiyete bozukluğuna yol açar.

Aşırı fedakârlık beklentisi içinde misiniz?

Herkes için sürekli fedakârlık yaparlar.

Kendileri de aynı şekilde başkalarından fedakârlık beklediklerinden umdukları karşılığı göremeyince öfke duyarlar. Bu, düşmanlığa dönüşebilir. Zamanla bu kişiler fedakârlıktan tamamen kaçacak şekilde bencilleşebilir ya da insanlardan uzaklaşma eğiliminde olabilirler.
kimseye Hayır diyemiyor musunuz?

Bazı kişiler de kendi sınırlarını çizememek ve hayır diyememekten dolayı problemler yaşar. Hayır dediklerinde insanların üzüleceğinden ya da davranışlarıyla kendilerini kıracağından endişe duyarlar. Devamlı başkalarına boyun eğme eğiliminde olup bundan da rahatsızlık duyduklarından zaman zaman isyankâr tavırlar da sergileyebilirler.

Peki ne yapmalıyız?

Farklılıkların farkında olabilen ve bunu davranışlarına yansıtabilen kişi ne kendisini başkasına boyun eğmek zorunda hissedip onaylanmayınca rahatsızlık duyacak ne de başkalarının beklentilerini karşılamayan söz ve davranışları karşısında uyum sorunu yaşayacaktır. Farklılıklar kişilerin hem iç dünyalarını hem de davranışlarını geliştiren zenginliklerdir. Farklılıkları görebilen kişi şunu da fark eder ki bazı konularda mükemmele erişmek hem mümkün değildir hem de mükemmellik kişilerin bakış açısına göre değişir.

Farika Teymur Artır Uzman Psikolog / ZAMAN

Hastalık hastalığı

Hastalık hastalığı tabirini günlük dilde çok kullanırız. Hastalık hastaları, türlü şikayetlerle doktor doktor gezerler, milyarlarca liralık tahlil yaptırırlar, bedenlerinde hiçbir rahatszılık tespit edilemez, ama sağlam olduklarına bir türlü ikna edilemezler. Gerçekten hastalıkları bulunabilir, ancak hastadaki belirti hastalıkla açıklanamayacak derecede şiddetlidir.

Tıpta hastalık hastalığına hipokondriyazis, hastalık hastalarına da hipokondriyak denir. Hipokondriyaklar sürekli hastalıklarından bahsederler, kimi görseler hallerinden yakınırlar, ağlarlar, sızlarlar. Kimseyle tatlı tatlı sohbet edemez, bahsi derhal hastalığa getirirler. Karınları ağrır, göğüsleri yanar, beyinleri uyuşur, ayakları tutmaz, nefesleri daralır, bezeleri şişer. Kötümser, kaygılıdırlar. Yapılmadık tetkik, gidilmedik doktor bırakmamışlardır. Her uzmandan ‘Sağlamsın’ güvencesini aldıkları halde, yine de vücutlarında teşhisi konulamayan ciddi bir hastalık olduğu düşüncesinden kurtulamazlar.

Hipokondriyaklar bir türlü durduramadıkları hastalık sohbetleriyle, çevrelerinde estirdikleri matem havasıyla, ikide bir doktorlara hastanelere taşınmalarıyla yakınlarında usanç yaratırlar. Sinemada, edebiyatta mizah konusu olurlar. Ama hakikaten halleri perişandır hastalık hastalarının. Obsesif kompülsifler nasıl saplandıkları bir takıntıdan kendilerini kurtaramıyorlarsa, hipokondriyaklar da hastalık fikrinden kendilerini kurtaramazlar. Ölümlerinin yaklaştığını, ölmeseler de sürüneceklerini kurup dururlar. Okuduklarından, duyduklarından, birinin hastalandığını öğrenmelerinden, kendi vücutlarıyla ilgili gözlemlerinden dehşete kapılırlar.

Sağlığı konusunda evhamlı insanlar çoktur. Hipokondriyaklarda iş, sıradan bir evham boyutunu çok aşmıştır. Hastalık dışında hemen hemen hiçbir şey düşünmez, sağlıklarından başka hiçbir konuyu umursamazlar. İşlerine, evlerine, eşlerine, çocuklarına, arkadaşlarına, hobilerine olan ilgilerini kaybetmişlerdir. Tek bir hobileri kalmıştır: tıp. Ailelerinden, dostlarından çok doktorlarla beraber olmak, doktorlarla konuşmak isterler. Doktor doktor gezenlerin yanı sıra tek bir doktora bağlananlar da vardır. Bu doktor, hastalık hastasının hayatındaki en önemli kişi haline gelir.

Dolayısıyla tıp bilgileri de genellikle kuvvetlidir. Hatta doktorlara bile bilgiçlik taslarlar. Gazetelerde sağlık köşelerinin sıkı takipçisidirler. İlaç prospektüslerini hıfz ederler. Evleri ilaç deposu gibidir. Reçete edilen her ilaçtan da birkaç tane almış, sonra ecza dolaplarına kaldırmışlardır. Zira kendilerine hiçbir ilaç iyi gelmez. Bu kişilerde her türlü hap, iğne iki üç gün sonra yan etki yapmaya başlar. ‘Bu ilaç da yaramadı,’ deyip başka bir doktor aramaya koyulurlar.

Bir açıdan durumları takıntı hastalarından daha kötüdür. Takıntı hastaları psikolojik sorunları olduğunu bilirler, psikiyatriste kendi istekleriyle giderler. Hastalık hastaları ise psikiyatriste gitmeleri önerildiğinde, bunu beyhude bir iş olarak görürler. Çünkü problemin ‘kafalarında’ değil bedenlerinde olduğuna inanırlar. Doktor hayatlarındaki üzüntüleri (sevgiler, iş sorunları, korkular, hayal kırıklıkları...) sormaya çalışırsa ya duymazlıktan gelirler ya kızarlar.

Hayatla Röportaj


Hayatla röportaj yaptığımı gördüm rüyamda.

"Benimle röportaj mı yapmak istiyorsun?" diye sordu Hayat.

"Zamanın var mı?" diye sordum.

Gülümsedi.

"Benim zamanım Sonsuzluk" dedi Hayat. "Ne sorular var yüreğinde?"

"İnsanlarla ilgili en çok neye şaşıyorsun?" diye sordum.

Hayat yanıt verdi.

"Çocukluktan sıkılıp büyümek için acele ediyorlar, sonra yine çocuk olmanın özlemini duyuyorlar. Para kazanmak için sağlıklarını kaybediyorlar, sonra sağlıklarını kazanmak için paralarını kaybediyorlar. Gelecekle ilgili edişelenmaekten şimdiyi unutuyorlar. Sonra da ne şimdiyi ne geleceği yaşayabiliyorlar. Deneyim iyi bir öğretmendir diyorlar ama deneyimin faturasını ödemek istemiyorlar. Hayatlarını kazanmak için eğitim alıyorlar ama yaşam ustası olmayı bilmiyorlar. Bu nedenle de, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorlar, hiç yaşamamış gibi ölüyorlar."

Hayat elimi tuttu. Bir süre sessiz kaldık.Derin bir nefes aldım. Ona, insanların neleri öğrenmelerini istediğini sordum.

Hayat yanıtladı.

"Hiç kimseyi seni sevmeye zorlayamayacağını, yapabileceğin tek şeyin seni sevmelerine izin vermelerini isterdim. Affetmenin affederek öğrenilebileceğini öğrenmelerini isterdim. Başkalarıyla kendilerini kıyaslamamayı öğrenmelerini isterdim. İki insanın aynı şeye bakıp farklı şeyleri görebileceğini öğrenmelerini isterdim."

"Zengin insanın en çok şeye sahip olan değil, en az şeye ihtiyaç duyan insan olduğunu öğrenmelerini isterdim. Bir sevecen yüreği derinden yaralamanın bir anda olduğunu; ama iyileştirmenin çok uzun sürdüğünü öğrenmelerini isterdim. Seni seven insanların duygularınmı nasıl ifade edebileceklerini bilmedikleri için seni sevmediklerini sanmak yerine onların sevgisini hissetmeyi öğrenmelerini isterdim."

Hayat derin bir nefes verdi. Hayatın nefesi kelimelere dönüştü.

"Söylediklerimi yüreğine kaydet" dedi. Söylediği cümleyi yüreğime kaydettim.

"Başkalarını affetmek yeterli değil, kendini de affetmeyi öğren".

Yüreğim kuş gibi hafiflemişti.

"Son bir soru daha, Hayat" dedim. "Benden ne istiyorsun?"

Bütün odayı beyaz bir ışık kapladı ve Hayat yanıtladı.

"Senin kendin olmanı istiyorum, yoksa başkası olurdun. Sana bugün ihtiyacım olduğunu bil, yoksa bugün benimle olmazdın. Kendi eşsizliğini ve biricikliğini bil; çünkü ben kendimi tekrar etmeyecek kadar yaratıcı ve zenginim. ve gerçekten TEK değerli olanım. Değerimi bil....

Toplum ve insan

Varlığımızı kanıtlamanın ilk koşulu sahip olduğumuz değerleri, ayrıcalıkları ve bilgileri paylaşabilmektir. Bunun için ise bir toplumun üyesi olmamız kaçınılmazdır. Eğer veremiyorsak ve dolayısıyla da alamıyorsak varolmamızın hiçbir anlamı kalmaz diye düşünüyorum.

Topluma duyduğumuz saygı, kendimize duyduğumuz saygıyla doğrudan ilgilidir. Biri yoksa diğerinin var olması da beklenemez herhalde.

Toplumu ve kendimizi tanımadıkça, beni ben yapan niteliklerle, toplumu özgün kılar özellikleri bilmedikçe ve özümsemedikçe, başka bir ifade ile de insan ve insana bağlı değerleri öğrenemedikçe varlık kavramını kavramamız da herhalde söz konusu olamaz.

Bu kitabı hazırlarken önce toplumla ilgili değerlerimi damıtmak, sonra da kendinin topluma yaklaşımını sınamak isteği hep başat ölçütüm oldu.

Toplumun temel kurumları ile benim ilişkilerim değerlendirirken, özellikle genç kuşaklara belki bir hizmette bulunurum ümidi de temel güdüyü oluşturdu.